bir vapur var güneşten erken, geceden keskin, sözden de uçarı, İstanbul ince bir şehirdir, aman ha iyi hesaplayın. sepet sepet çile götürüyorum evimden, taze her birini göğsümden yoluyorum. şuralara da biraz ev diksek diyorum, çile dolu, bahçesi pembe evler. 'baba' bir sözcük müdür, direk midir dağ mıdır, kar mı ah düşündükçe yağmurlar yağmayaydı ben bu dünyaya babam da bana yanlış yerinden kaynamayaydı.
-ey yerküre en çok da kınımdan çekerken kanattın beni-
yüzüm asılır. büyüdüm. bir çarkın arasına kaçıp onu durduracak kadar büyüdüm. yüzüm vesikalarda sırıtmaz ve tutuk bir tüfektir duvarlarda ve büyüdüm evin etinde karıncalanacak kadar.
iflas tabelaları arasında parıldayan bir çingeneyim. ağrılara komşuyum mucizelerse bana hep içeriden seslenir.
Ben şimdi nereye gideceğim bilgim yok diyorum evlen de yerin yurdun belli olsun diyor
"giderim akşama özgü göğsümü açmaya"
Kem küm etme çakacam ağzına şimdi bi tane
tüm bu
karmaşanın içinde
bir şey
gözlerimi parlatsın
Elinde civili sopalarla gezen islamcılara münakaşa etmeyin gencler diyen hükümet polisi vs Atatürk pankarti/sloganiyla hakkını arayan Türk gencini yerlerde sürükleyip ters kelepçe ile bekleten emir kulları :d bir hedefi olmayınca bari polis olayım diyen lavuklari kutsallaştırırsan olacağı bu. Hükümet, her konumu ele geçirmiş virüsten başka bir şey değil. Sen, ben duvar olmazsak önüne geleni yutmaya hazır olan bu sel ilerde göz bebeğimiz evlatlarımızı, muhtemelen vatanımızı bile çiğneyip geçecek. Bizden öncekiler o duvarı sağlamlaştırmadığı için bazılarımızı bu felaket uğruna çoktan kaybettik.