bir vapur var güneşten erken, geceden keskin, sözden de uçarı, İstanbul ince bir şehirdir, aman ha iyi hesaplayın. sepet sepet çile götürüyorum evimden, taze her birini göğsümden yoluyorum. şuralara da biraz ev diksek diyorum, çile dolu, bahçesi pembe evler. 'baba' bir sözcük müdür, direk midir dağ mıdır, kar mı ah düşündükçe yağmurlar yağmayaydı ben bu dünyaya babam da bana yanlış yerinden kaynamayaydı.
-ey yerküre en çok da kınımdan çekerken kanattın beni-
yüzüm asılır. büyüdüm. bir çarkın arasına kaçıp onu durduracak kadar büyüdüm. yüzüm vesikalarda sırıtmaz ve tutuk bir tüfektir duvarlarda ve büyüdüm evin etinde karıncalanacak kadar.
iflas tabelaları arasında parıldayan bir çingeneyim. ağrılara komşuyum mucizelerse bana hep içeriden seslenir.
sevilmiyordum; sadece işe yarıyordum. bunu fark ettiğimde, içimde bir şey sustu ve bir daha hiç konuşmadı.
bizim cv
"ince ve nârin ne vardıysa içimde,
hoyratça kırdı geçti dünya."
Özellikle çıkma teklifi
gülüm ve çıkma teklifi geri gelsin